12 Haziran 2011 Pazar

Seçim Yazıları #3: Köprüden Önceki Son Çıkış


İnsan ömrü ortalama olarak seksen yıl olarak alınırsa, elli yıllık bir zaman dilimi, insan ömrü için epeyce uzun sayılabilir. İnsan, doğar, büyür, olgunlaşır, hatta yaşlanmaya bile başlar elli yılda. Çoğu insan ömrü için, hayatın yarısından fazlasını ifade eder aslında elli yıllık zaman dilimi.

Devletlerin ömürleri ise öyle değildir. Bir devletin kurulması, yaşatılması, rejiminin oturması vb. süreçler, çok çok uzun yıllar içerisinde olur ve devam eder. Mesela bir insanın hayatının üçte ikisi diyebileceğimiz bir süreç, herhangi bir devlet açısından bakıldığında kısacık bir zaman dilimini, belki de o devletin sadece kuruluş sürecini temsil eder.

İşte biz yarın, belki de bir devletin tarihinde, bir kırılma noktasına eşlik edeceğiz. Yani, uzun soluklu bir sürecin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Yıllardır ince ince temelleri hazırlanmış, darbelerle, muhtıralarla, birtakım operasyonlarla yolu yapılmış bir milatla karşı karşıyayız. Yarın, işte böylesine önemli bir gün.

Bu ülkenin kaderi, ayın 12'sinde çizilmiş sanırım. 12 Eylül 1980 darbesi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 2010 anayasa referandumu ve şimdi de 12 Haziran 2011 genel seçimleri. Bu dört kader belirleyici olayın da ayın on ikisine gelmesi ilginç olmuş. Hepsinin de kötü bir sonucu var, ne bahtsız bir tarihmiş bu böyle.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, şu anda bütün organlarıyla, bir cemaatin kontrolüne geçmiş bulunmakta. Koltukları bir bir ele geçiren cemaat ve onun sadece bir organı olan AKP, geçen dokuz yıl sonunda, Yargıtay, Danıştay, HSYK, Anayasa Mahkemesi gibi yargı organlarını, polis teşkilatını, istihbarat birimlerini, hemen hemen tüm illerdeki valilikleri, Milli Eğitim'i, hastaneleri, STK'ları ve daha da aklınıza gelebilecek neresi varsa, öyle veya böyle ele geçirmiş durumda. Ülke içerisinde istedikleri gibi at koşturuyorlar ve kendilerine dur diyecek hiçbir yapı artık yok. Hapislerde sürünen gazeteciler veya ne ile yargılandıkları halen belli olmayan, çeşitli meslek grubundan yüzlerce insan, bir yandan üzerlerine atılan boku temizlemeye çalışa dursunlar, bir yandan da mahkemede oynanan oyunları gördükçe, yapılan hakim ve savcı atamalarını öğrendikçe, bütün umutları kararmakta. Bu insanları ne oralardan kurtaracak bir güç var, ne de adil şekilde yargılanmalarını sağlayacak bir irade. Önlerinde uzun ve belirsiz bir süreç var. Bu mahkemeler bitecek gibi değil ama, bu insanlar yıllarını hapiste eskitiyorlar, çocukları dışarıda onlarsız büyüyor, aileleri ve yakınları ise perişanlar.

Daha basılmamış bir kitabın yazarını bile hapise atıp tutuklu yargılatan bir irade var karşımızda. 12 Eylül darbesini yaşayanlar, o günlerle bugünleri kıyasladıklarında, çoğu zaman bir fark bulamıyorlar. Hatta, 12 Eylül rejiminin daha insaflı olduğunu söyleyebilecek noktaya dahi geliyorlar. Nasıl bir sivil irade ama! Üstelik bu adamlar, periyodik olarak, yaptıkları karşısında halk nazarında aklanıyorlar. Evet, öyle bir parti düşünün ki, girdiği her seçimde açık ara birinci olsun, her seçimde rakiplerini ezip geçsin ve daha da güçlü bir şekilde iktidara gelsin.

İşte şimdi, zurnanın zırt dediği yere gelmiş bulunmaktayız. Bana göre, bu dakikadan sonra, özellikle yargı organları da ele geçirilmişken, bu adamların bir kez daha iktidar olması halinde, önlerinde kimse duramaz. Belki de cumhuriyet tarihindeki 78 yıllık süreç içerisinde, hiç kimsede, ama hiç kimsede olmamış bir yetki genişliğine ulaşmak üzere bu zihniyet. Karşıt düşünceyi hor gören, öldüren, hapislere atan, namusuyla aklı sıra dalga geçen, biber gazıyla boğan, evinden atan, ekmeğinden eden, suyunu satan, sağlığını rant kapısına çeviren, yandaşlarını paraya boğarken muhaliflerini korkuyla sindiren, medyanın çoğunluğunu ele geçirmiş ve tamamı için saldırılara devam eden bu zihniyet, bir kez daha yaptıklarının mükafatını almak üzere. Eğer bu seçimden de tek başlarına iktidar olarak çıkarlarsa, bu ülke, kesin olarak yaşanılabilir bir ülke olmaktan çıkar. 80 yıllık bir cumhuriyet, bütün organlarıyla, cumhuriyet kuruluşlarıyla, bir Amerikan imamına, onun holigan müritlerine ve onların emrindeki kukla bir partiye boyun eğmek üzere. Tablo bu kadar vahim.

Ulusalcıları Ergenekon'da, sosyalistleri Devrimci Karargah'ta, kürtleri KCK'da, askerleri ise Balyoz'da sindirmiş olan bu iktidarın önünde, artık hiç kimse yok. Bütün her yer kendileri için bundan böyle güllük gülistanlık. Ne Haydarpaşa'yı koruyacak bir kurum, ne de Tekel işçilerini kurtaracak bir organ var. Zapt edilmedik yer, nüfuz edilmedik birim kalmadı. Kısacası, Türkiye artık yaşanılabilir bir yer olmaktan çıkıyor ve bu, nasıl oluyor bilmiyorum ama, hep hukuk çerçevesinde, kuralına uydurularak yapılıyor. Bugün bu gidişata ya dur denilecek, ya da bir daha asla önüne geçilemeyecek. Bugün, işte bu nedenlerle tarihi bir gün, bir kırılma noktası.

Uzun lafın kısası, 12 Haziran 2011, ya bir saltanatın kesin olarak zafer günü olacak, ya da bu saltanatın yıkıldığı tarih olarak yerini alacak. Bu seçim olmazsa bir dahakine olur gibi bir mantık, maalesef bu seçim için geçerli değil. Çünkü artık yolun sonuna geldik ve bu iktidar, artık geri dönüşü olmayan işler yapmaya başladı. Kuruyan derelerin, ölen insanların, işinden atılan işçilerin ve hapislerde çürüyen insanların, bir sonraki seçimi bekleyecek fırsatları yok artık. Bunlardan da ötesi, bizzat rejim ele geçirilmek üzere. Başkanlık sisteminin tartışıldığı günlere geldik. Bu dakikadan sonra gelsin padişahlık, gitsin fikir özgürlüğü, gelsin cemaat, gitsin Cumhuriyet, gelsin Galataport, gitsin Haydarpaşa. Bu seçim, bunların da oylaması bir anlamda. Bir Haydarpaşa yıkıldığı zaman, bunun daha geri dönüşü olmaz. Bir İstanbul ortasından kanallarla delik deşik edildiği zaman, bunun daha geri dönüşü olmaz. Bir rejimin bütün yargı organları işlevsiz bırakıldığı zaman, bunun daha geri dönüşü olmaz.

Türkiye artık, ya bu köprüye tam anlamıyla girecek ve kendi sonunu hazırlayacak, ya da bu yoldan çıkabilmek için önüne gelen son çıkış noktasını değerlendirecek. Bunun başka türlü oluru yok, sonrası kesinlikle çok geç olacaktır.

"Eğer yanlış trene bindiyseniz, koridorda ters yöne koşmanın bir faydası olmaz."

Seçim Yazıları #2: 12 Haziran Seçim Sonuçlarına, Bir de Bu Açıdan Bakın


Bütün oranları unutun. Kim ne almış, kim ne kadar milletvekilliği kazanmış, kim barajı geçmiş, kim kazanmış, kim kaybetmiş; hepsini bir yana bırakın. Bu yazıda yarınki seçime, insanlığın onur mücadelesi açısından bakılacak. Daha doğrusu Türkiye'deki insanların, kendilerinin canını yakan, kendilerine zarar verenlerden ne kadar hesap sorabildiğinin, yani kendi insanlıklarına ne kadar sahip çıkabildiğinin resmi çizilecek. Bu resim çizildikten sonra da, zaten seçim sonuçlarının aslında çok önemli olmadığı, ya da seçim sonuçlarının bu ülkede on yıllardır neden bu şekilde çıktığı daha iyi anlaşılacak.

Elimizde üç tane il var. Rize, Zonguldak ve Kütahya. Bu illeri ben kendi kafama göre seçmedim, hepsinin ayrı ayrı seçilme nedeni var. Bu üç il, başında üç ayrı felaket bulunan, bu geçirdiği felaketlerin hepsinden AKP'nin sorumlu olduğu ve benim tahminimce yarın, bütün bu felaketlere rağmen sandıktan yine AKP'nin birinci parti olarak çıkacağı iller. Bu tahminde yanılmayı isterim ama, üçte üç olmasa da üçte ikiye kellemi koyarım!

Rize'den başlayalım. Tayyip'in memleketi. Şu sıralarda o güzel dağlarına, derelerine, HES bombaları atılmakta AKP hükümeti tarafından. Bizzat AKP hükümetinin yaptığı ihalelerle, çıkarttığı yasalarla ve hukuk tanımazlığıyla, Karadeniz dağlarında yapılan bu yıkımdan Rize de nasibini alıyor. "Bu sular yıllarca boşa akıyormuş" diyen bir canavar tarafından, derelerin etrafında yaşayan kendi halinde köylüler (ki bunların çoğu, zamanında AKP'ye oy vermiş insanlar) isyan ediyorlar. Doğanın onlara bahşettiği su gibi temel bir ihtiyaç maddesi üzerinde, şu anda devlet ve şirketler hak iddia ediyorlar ve onlar bu şekilde devam ettikleri sürece, bu köylüler doğdukları zamandan beri yaşadıkları yerlerde artık yaşayamayacaklar. Dahası, oradaki ekolojik çevre de bundan üst düzeyde etkilenecek ve canlılık namına inanılmaz bir kıyım yaşanacak. Çünkü şarıl şarıl derelerin aktığı yerlerde, daha şimdiden HES inşaatları etkisini göstermeye başladı. Derelerin gücü yavaş yavaş bitiyor, sular cılızlaşmış ve köylü ne yapacağını şaşırmış durumda.

İşte bu noktada, yarın siz de benimle birlikte daha bir dikkatle bakın Rize'den çıkacak sonuçlara. O ilden çıkacak her bir AKP milletvekili, bu ülkenin yıllardır neden bu hallerde olduğunun en iyi göstergesi olacak. Memleketinin dağlarında akan suya bile göz koymuş bir iktidara karşı bir il, bu yapılanları ödüllendirecek mi, yoksa kendi köylülerinin içine düştükleri zor durumu sahiplenip onlara destek mi olacak, hep birlikte göreceğiz. Benim tahminim zaten belli de, yine de Türkiye'deki insanların içine düştüğü durumun bir resmi olacağından, sonucu merakla bekliyoruz efendim.

Zonguldak. Madenciler kenti. Aynı zamanda madencilerin ölüm kenti. Bundan bir yıl önce, bu hükümet zamanında yaygınlaşmaya başlayan taşeron uygulaması sayesinde, taşeron bir maden firmasında çalışan 30 işçi, ocakta meydana gelen patlama sonucunda hayatını kaybetti. Bu 30 kişiden 28'inin cesedi çıkarılmışken, kalan iki işçinin henüz daha cesedine bile ulaşılamadı. Patlama sonrası yapılan araştırmada, maden şirketinin kusurlu olduğu, daha önce uyarıldığı, ancak uyarılmasına rağmen aynı şartlarda çalışmaya devam ettiği saptandı. AKP hükümetinde zirve yapan taşeronlaşma, meyvesini bu kez de 28 işçinin ölümüyle verdi. Ve bu ölümler sizin zaten kaderinizde vardı diyen bir başbakan, bu seçimde yine bu ilden oy bekliyor.

İşte bu noktada, kendi vatandaşları, kendi 30 işçisi ihmale kurban giden bir emekçi ili, Ecevit'in memleketi, bakalım bu yaşanan felakete karşı AKP'ye seçimde nasıl bir cevap verecek; onları yine sandıktan birinci çıkartarak mı, yoksa insanına, emeğine, canına sahip çıkıp onları sandığa gömerek mi? Bu ilden çıkacak olan her bir AKP milletvekili, bizim artık insanına bile sahip çıkamayan, adeta cinayete kurban gitmiş vatandaşının ufak da olsa intikamını bile alamayan bir hale nasıl geldiğimizin, daha doğrusu yıllardır zaten bu ülkenin neden bu hallerde olduğunun çok iyi birer göstergesi olacak. Sonucundan adım gibi emin olsam bile, sırf bu ibret verici tabloyu görebilmek için, sonucu merakla bekliyoruz efendim.

Kütahya. Kendi halinde, orta ölçekli bir il. Fakat onların da su ile ilgili problemleri var. AKP zamanında gittikçe artan ve yine taşeronlaştırma aracılığıyla yandaş firmalara yaptırılan gümüş madenciliği sebebiyle, içme sularına siyanür karışmış olma ihtimali var. Hatta Çevre Mühendisleri Odası'na göre karışmış bile. Gümüş madenciliğinde kullanılan siyanürün toplandığı barajın çökmesi nedeniyle, insanların direkt olarak hayatına etki eden bir tehlikeyle, yandaş bir şirket vasıtasıyla karşı karşıya kalınmış durumda. Hükümet yetkilileri her ne kadar siyanür, içme suyuna karışmadı dese de, uzmanlara göre tehlikenin boyutu büyük ve çevredeki insanlar panik içerisinde. İşin vahim tarafı, bu taşeron firmaların yediği bokları, hükümet her seferinde savunmak durumunda kalıyor ve savunuyor da. Bakalım bu içme suyuna kadar girmiş olan tehlikeye karşı, Kütahya halkı nasıl bir cevap verecek? İçme sularına, yani bir bakıma canlarına kastetmiş bir hükümeti, yine sandıktan birinci olarak çıkaracaklar mı, yoksa gereken cezayı kesecekler mi? 

İşte bu noktada, Kütahya'dan çıkacak olan her bir AKP milletvekili, insanların nasıl duyarsızlaştığının, pısırıklaştığının, nasıl da tepkisiz bir hale getirildiğinin simgesi olacak. Bakalım Kütahya, içme suyuna kadar siyanür sokan bir zihniyete karşı dik durabilecek mi, yoksa her zamanki kaderine boyun mu eğecek? Ben çıkacak sonucu biliyorum ama, yeniden bu ruhsuzluğa tanık olmak açısından, sonucu merakla bekliyoruz efendim.

Bu üç ilin sonuçları, benim için en az Türkiye geneli kadar önemli göstergeler olacak. Zaten bu illerden çıkacak sonuçlar, buralara nasıl geldiğimizi ve nasıl bir insan kitlesine sahip olduğumuzu çok iyi göstermiş olacağından, Türkiye geneline bakmanın da pek bir anlamı kalmayacak bana göre.

Bu arada böyle il il örnek vermişken, aklıma yaşanmış bir olay geldi. Henüz Temmuz 2007 seçimleri yapılmamış, ama seçime az bir zaman kalmıştı. Ordu'da, kentin tarihinde ev sahipliği yaptığı belki de en kalabalık miting yapılmakta idi. Mitinge tam 80 bin kişi katılmış ve hükümetin fındık politikasını protesto ediyordu. Toplanan 80 bin kişi, Ordu gibi orta ölçekli bir ile göre muazzam bir rakam olduğundan, Ordu bir anda herkesin ilgi odağı haline gelmişti. Ben de bu şahlanış karşısında şaşırmıştım ve bu isyanın seçimlerde de sonuç vereceğini düşünmüştüm. Sonuç mu? Yüzde 55 oy oranı ile AKP birinci parti oldu ve Ordu'daki 7 milletvekilliğinden 5'ini kazandı! Bu ülkede bu işler böyle işte, fazla beklenti içinde olmamak lazım. Bu saydığım üç ilde de, ben 2007'de Ordu'da çıkan sonuçtan farklı bir sonuç beklemiyorum.  

Deresine, ölüsüne ve içme suyuna sahip çıkamayan bir ülkeden ne hayır gelir ki? Ya da başka bir deyişle, böyle bir ülke, başına da hangi partiyi getireceğini zaten çok iyi bilir ki!

Seçim Yazıları #1: Olası Seçim Senaryoları


Şu anketler yüzünden, insanoğlu ağız tadıyla seçim heyecanı yaşayamaz oldu. İnsan ne kadar inanmak istemese de, anket şirketlerinin yaptıkları araştırmalar, hem seçim sonuçları hakkında anahatlarıyla ipuçları veriyor, hem de kararsız seçmen üzerinde belirleyici oluyor. Çoğu kararsız seçmen anketlere bakıp, anketlerde güçlü olan partiye oy vermeyi tercih edebiliyor (tuhaf ama gerçek). Uzun lafın kısası, kamuoyu araştırmaları sadece seçimlerde değil, artık hayatın her alanında çok önemli hale gelmiş durumda; siz önemseseniz de, önemsemeseniz de.

İşte kamuoyu araştırmalarının en büyüğü, en kesin hükümlüsü, en geniş yelpazeli olanı geldi çattı. Yarın yaklaşık 50 milyon insan, ister istemez bir kamuoyu araştırmasına tabi tutulacak. Bu büyük araştırma hakkında yapılan küçük araştırmalara biraz bakmak, yarın için beklentilerin ne düzeyde tutulması gerektiği konusunda yardımcı olabilir belki. Ben de bu nedenle, yarınki seçim sonuçları için en olası görünen sonuçlara ve bu sonuçların ne ifade ettiğine değinmekte fayda görüyorum. Son gece için iyi bir egzersiz.

İlk senaryo, en çok dillendirilen senaryo aslında. Ülkenin büyük çoğunluğu yarınki sonuçların böyle çıkacağını öngörüyor. Yapılan anketlerin çoğu, AKP'nin 2007 seçimlerinde aldığı sonuca yakın bir oranda oy alacağını gösteriyor. Bu anketlerin hiçbiri olmasa, bana seçimlerin sonucu böyle olacak, yani AKP yine yüzde 45'in üstünde oy alacak deseler, inanmayı bırakın, kale bile almazdım ama, hemen hemen bütün anketler böyle gösterdiği için, daha önce de belirttiğim gibi, insan inanmadan edemiyor. Bu kadar olan bitene, bu kadar tepkiye, bu kadar sansüre, bu kadar tutuklamaya, bu kadar biber gazına, bu kadar diktatörlük alametine rağmen, hala bu ülkede yaklaşık olarak iki kişiden biri AKP'ye oy verecek diyor anketler. Hem de hemen hemen hepsi. Hani daha önceden az biraz da olsa ayrılırlardı birbirlerinden. Bu sefer hepsi sanki ağız birliği etmiş, 45-48 arası deyip duruyorlar.

Peki sonuç böyle çıkarsa ne olur? 

Aslında pek bir değişiklik olmaz. Dediğim gibi, zaten son genel seçimde de tablo buna benzerdi. AKP yine tek başına hükümet olur. Ancak buradaki kritik nokta anayasayı tek başlarına değiştirme şansını elde edip edememeleri. Zaten yarınki seçim için yaşanan tek heyecan da bu noktada. AKP'nin, anayasayı tek başına değiştirebilmesini sağlayacak 367 milletvekilliği elde edip edemeyeceği merak konusu bu sonuca inananlara göre. Onlar seçimi kimin kazanacağını değil, bu sayının AKP tarafından yakalanıp yakalanmayacağını merak ediyorlar. AKP ise 367 olmasa bile, en azından 330 milletvekilliği hedefliyor. Bu sayede, yapılacak anayasa değişikliğini kendi başlarına yapamasalar bile, referanduma götürebilme çoğunluğunu elde ediyorlar ve halk da nasıl olsa her şekilde kabul ediyor.

Bu senaryoya göre CHP yüzde 30'lara yakın görünüyor. Aslında çok önemli bir oran. CHP için iyi bir yükseliş şeklinde yorumlanabilecek bu sonuç, AKP yüzde 45 ve üstü bir oran yakaladıktan sonra, maalesef hiçbir anlam ifade etmiyor. Tek başına iktidar olmuş bir partiye karşı yapacağınız muhalefet, daha önce yaşanan tecrübelerden de görüldüğü üzere pek işlevli değil. Hatta hiçbir işlevi yok desek yeridir. Bütün her şey kelle sayısında bitiyor ve bu da AKP'de oldukça çok. Siz yüzde 20 veya 30 almışsınız, pek de önemli değil.

Yine bu senaryoya göre, MHP çok kritik bir rolde. Bu hikayede, MHP kimilerine göre baraj altında kalıyor, kimilerine göre ise barajın bir iki puan üstünde görünüyor. Bu neden bu kadar önemli derseniz, eğer MHP baraj altında kalırsa, AKP rahat rahat 360'ı bulur. Bu da padişahlığın bir alt versiyonu gibi bir şey olur. Zaten AKP'nin, CHP yerine daha çok MHP üzerine oynaması, MHP'nin meclis dışında kalmasını sağlamak içindi. MHP kurmaylarının yatak odası görüntülerini yayınlayıp, bunun üzerinden partiyi itibarsızlaştırma çabasının, açıkça cemaat merkezli bir çalışma olduğu belli. Fakat bu plan biraz ters tepti gibi. Düşünülenin tam aksine, MHP'yi mağdur duruma soktu ve oylarını kaybettirmek bir yana, belki de artırdı bile. MHP'nin gelecek dönemde mecliste olması, yapılması planlanan yeni anayasa için önemli bir etken. Çünkü AKP'nin anayasayı tek başına değiştirebilecek kelle sayısını yakalayıp yakalayamaması, MHP'nin meclise girip girmemesine bağlı. Bu nedenle, oyları o kadar yüksek olmasa da, bu partinin alacağı oran, merakla beklenen sonuçlar arasında.

İkinci senaryo, AKP'nin oylarının 38-42 bandında yer alması. Bu oranlar bıçak sırtı oranlar. Çünkü, ucunda tek başına iktidar olmak ya da olamamak var. CHP+MHP oy oranının, AKP'nin aldığı oy oranını geçmesi çok sembolik bir anlam ifade eder. Ama sembolik olmakla kalmaz, üstüne üstlük iktidarı da değiştirebilir. Bugüne kadar söylenen, "ikisini toplasan bile AKP'ye yetişmiyor" safsatasının işlevini bitirmekle kalmaz, AKP'nin hükümet kurmasını bile engelleyebilir bu oranlar. CHP'nin yine yüzde 30 bandında gösterildiği bu senaryoda, MHP ise 12-15 arası bir oy oranına sahip. Dediğim gibi, AKP'nin tek başına hükümet olması için gerek ve yeter şart olan 276 kelle sayısını yakalayamamasının muhtemel olduğu bu senaryo, olsa da yesek cinsten. Fakat bana göre en olası sonuç olarak gözüken bu senaryo bile, kamuoyu araştırmalarına göre çok iyimser kalıyor. İlk başlarda çokça dillendirilen bu senaryo, sonlara doğru hiç ihtimal verilmeyen bir sonuç halini aldı.

Gelelim üçüncü senaryoya. Böyle bir senaryo aslında yok. Buna iyimser bile denmez, afaki denir. CHP'nin, AKP'yi kılpayı da olsa geçtiği bir seçim tahmini bu. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama, bir yerde gördüğümden eminim. CHP yüzde 34, AKP yüzde 32 diyordu bu tahminler. Bu sonuç üzerine değerlendirme bile yapmayacağım, zira yaparsam abesle iştigal etmiş olurum. Sadece üçüncü bir alternatif olarak burada dursun diye değinmek istedim. Bir de içinde bulunulan durumun vahametini, nasıl bir umutsuzluk içinde olunduğunu göstermesi açısından önemli bir gösterge bu paragraf.

Bu üç senaryo için de ortak nokta, BDP'nin de içinde bulunduğu Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku. Bütün araştırmacılar, bu bloğun 25 ile 30 arası bir milletvekili sayısına ulaşacağı yönünde değerlendirme yapıyor. Bu da, önceki döneme göre milletvekili sayısını artırdıklarını gösteriyor. Ayrıca bu bloğun bir önemi daha var. AKP'nin, anayasayı değiştirecek yeterli sayıya ulaşamadığı durumda, mecliste BDP'nin kapısını çalması gibi bir seçeneği var. BDP ise, devlet tarafından kale alınma durumunun ortaya çıktığı her şartta, teklif kimden gelirse gelsin buna cevap vereceği için, şimdiden kimi kesimleri AKP ve BDP'nin birlikte hazırlayacağı bir anayasa korkusu kaplamış durumda. Korkuya gerek yok, kelle sayısı kimdeyse güç ondadır; gerisine bu ülkede biber gazı düşüyor. İşte demokrasi bu.

Velhasıl seçimden önce son gece, olası bütün ihtimaller bunlar. Aslında olması muhtemel bir tane sonuç var ama, çaktırmamak lazım yine de. İnsanoğlu umut etmeye meyiili bir yaratık, o yüzden her ihtimali dillendiriyor ister istemez. Yoksa, "şampiyon belli, ikinci kim" havasında seçime girildiğinin hemen hemen herkes farkında.

Son olarak kendi notumu eklemem gerekirse, AKP'nin bu gücüne şaşırmamak elde değil. Adamlar, uzun süreli iktidar olan partilerde görülen yıpranma payını bile hissetmiyorlar. Her seçime yüzde elliye yakın bir oy oranı parolasıyla giriyorlar ve de alıyorlar. Bu seçimden de tek başlarına çıkmaları halinde, ülkeyi artık tam olarak istedikleri hale dönüştürecekleri kesin. Zaten şu anda Yargıtay, Danıştay, HSYK, Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar, büyük oranda kendi ellerinde. Bütün bunların üzerine bir de dört yıl daha tek başına iktidar olmaları, bu başarılarını taçlandırmaları anlamına geliyor ki, bu aynı zamanda kesin ve geri dönüşümü olmayan bir zaferin ilanı olur.