Her ne kadar İstanbul doğumlu olsam da, küçükken bayramlarda-seyranlarda-bazı yaz tatillerinde annemin peşinde memlekete çok gitmişliğim vardır. Memleket de Anadolu'nun sıradan bir ili olunca, oraların çoğu adetlerine, gelenek ve göreneklerine tanıklık etme fırsatım olurdu bu gezmelerde. Az biraz biliriz yani Anadolu'daki insanların alışkanlıklarını, yaşam tarzlarını filan.
Efendim her ne kadar erkek olsan da, seni gezdiren kişi annen olunca, onun peşinde kadınlarla daha içli dışlı oluyorsun tabii. Zaten o yaşlarda cinsiyetin önemli değildir, önemli olan gezerken senin elinden kimin tuttuğudur. Yani siz bir kız olsanız da, o sırada babanıza emanetseniz, babanızla birlikte erkeklerin meclisinde bulunma ihtimaliniz yüksektir. Ya da tam tersi, erkek olsanız bile eğer annenizle takılıyorsanız, kadınların yoğun dedikodulu ortamlarında bulunma ihtimaliniz yüksektir. Ben de ikinci kategoriye dahil olduğumdan, uzmanlığımı kadın meclislerinde yaptığımı iddia edebilirim kendi çapımda.
Şimdi kadın kısmının kıskançlığını bilmeyenimiz yoktur. Gerçi ben bu tarz özelliklerin, cinsiyete değil kişiliğe bağlı olduğunu düşünsem de, kıskançlık konusunda ibre bana göre de biraz kadınlara dönüyor. Ama yanlış anlaşılmasın, bu karşı cinse olan bir kıskançlık değil, tam tersine hemcinslerine karşı olan bir kıskançlık. Hem de ne kıskançlık, ne çekememezlik.
Siz o altın günlerinde, o boya fıçısına sokulmuş yüzlerin, daha doğrusu o sahte gülüşlerle bezenmiş yüzlerin sahiplerinin, içlerinde neler kurduklarını, aralarında ikili-üçlü gruplar halinde nasıl dedikodu fırtınaları kopardıklarını bilir misiniz? Falancanın kızının filancanın oğluyla görülmesinin, falancanın yeni aldığı pahalı ayakkabının, filancanın kocasının bir haftadır eve gitmemesinin, bu tip toplantıların gizli gündemini oluşturduğunu bilir misiniz? Evet, görünüşte güzel güzel giysiler giyilir, daha önceden belirlenen bir kişinin evine misafirliğe gidilir (bazı yerlerde altın günü derler ama ortalıkta dolar döndüğü de olur), tatlı sohbetler edilir, tuzlu çörekler, ballı börekler yenilir. Ama arka planda, herkesin aklındakiler başkadır; yeni yeni haberler, taze çıkmış dedikodular, o böreklerin hepsinden daha tatlıdır.
Şu üç gün üç gece süren düğünler mesela, ne güzel şenliklerdir değil mi? Eş, dost, akraba bir araya gelir, uzun zamandır görülmeyen yakınlar görülür, hasret giderilir, hem de bir güzel eğlenilir. Tabii görünen yüzü böyledir o geleneksel düğünlerin. Düğün salonlarındaki mutlu aile tablosunun içine az biraz girerseniz, herkesin nasıl da fıldır fıldır etrafı kestiğini görmeniz zor değildir. Yeni gelin eğer az biraz sahnede göbek filan atarsa adı fingirdek olur, yok yerinde usturuplu bir şekilde oturursa, "ay ne somurtkan şey" olur.
"Elin ağzı torba değil ki büzesin" sözünün bu ortamlardan çıkmış olması muhtemeldir. Her bir masa, ayrı birer dedikodu demektir. Velhasıl; kıskançlığın, çekememezliğin haddi hesabı yoktur bu ortamlarda.
Şu köşkte verilen meşhur 29 Ekim resepsiyonuna bakalım bir de. CHP katılacak mı, Kılıçdaroğlu katılacak mı, asker katılacak mı derken, çok önemli bir figür güme gitti. Nihayetinde CHP katılımı serbest bıraktı, Kılıçdaroğlu ve asker katılmadı ama, katılmayan bir isim daha vardı:
Emine Erdoğan.
Efendim, rivayete göre Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül ile Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan öteden beri pek sevişmezler. Hatta bu durum, Tayyip Erdoğan'ın yerine Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olması ile, yani bu yazı açısından bakarsak, Emine Erdoğan yerine Hayrünnisa Gül'ün
first lady olması ile tavan yapmıştı. Pek göz önüne gelmez ama, alttan alta da hemen herkesin bildiği bir vukuattır bu. Geçmişte de bazı yerlerde bu sevişmemezlik durumu kendini göstermiş olsa da, bu resepsiyonda artık iyice su yüzüne çıktı. Katılımcılara davetiyeler eşli olarak gönderilmesine, yani artık türban gibi bir engel de kalmamış olmasına rağmen, Tayyip Erdoğan resepsiyona tek başına katıldı. Yani bir başka deyişle Emine Erdoğan, davete katılıp Hayrünnisa Gül ile karşılaşmak istemedi. Elini ucundan da olsa sıkmayı kabul etmedi. Kocasına sordular Emine Hanım nerede diye, o da;
"dünürler misafirliğe gelecek bu gece de, o yüzden evde kaldı" diye cevap verdi.
Yersen...
Görüldüğü gibi; kadınların çekememezliği dillere destan, kadınların kıskançlığı düşman başına, bi' kere kin tutmaya görsünler. Allah mahalle karılarının gazabından insanlığı korusun. Ben artık büyüdüm tabii, annem artık öyle elimden tuttuğu gibi yanında sürüklemiyor beni. Ama geçen zaman içerisinde o mahalle karıları da büyüdü. Bakan karısı, başbakan karısı, hatta cumhurbaşkanı karısı oldular. Oldular olmasına da, oralarda bile günleri hala düğün salonlarındaki masalarda dönen kısır dedikodularla geçiyor anlaşılan. Hala zihniyet aynı, vizyon desen zaten yok.
"Falancanın elbisesi de ne kadar şıkmış değil mi kız, nerden almış ola?"
- Emine, gelip iki dakika yanımda dursan ne olur sanki, şimdi millet sen gelmezsen bi' ton laf çıkartır yine. Ayıp olacak Hayrünnisa Hanım'a ona göre?
- Israr etme Tayyip, istemiyorum. O kadının yüzünü bile görmeye tahammülüm yok. Birazcık akıllı olsaydın, beni düşünseydin, o resepsiyonu sen verecektin şimdi, yanında da ben milleti karşılayacaktım.
First lady ben olacaktım. Ah Tayyip Ah!
hahahaha.. mükemmel bi konu seçmişsin yine, ellerine sağlık..
YanıtlaSilps:
"Siz o altın günlerinde, o boya fıçısına sokulmuş yüzlerin, daha doğrusu o sahte gülüşlerle bezenmiş yüzlerin sahiplerinin, içlerinde neler kurduklarını, aralarında ikili-üçlü gruplar halinde nasıl dedikodu fırtınaları kopardıklarını bilir misiniz?"
ayda 2 kez oluyo bunlar bizim evde de. eğer denk gelirsem ben taktiği geliştirdim ama, sınavım var diyip odama kaçıyorum :)
bu yazının bir kısmı benim bir yazımdan alıntıdır. keşke kaynak gösterseydin, sözlük entarisi bile olsa...
YanıtlaSilhangi yazıdan alıntı olduğunu gösterir misiniz? ben bu yazıyı yazarken herhangi bir yerden esinlendiğimi hatırlamıyorum. ama hangi entry'den bahsettiğinizi yine de merak ettim, belirtirseniz sevinirim.
YanıtlaSil