24 Kasım 2010 Çarşamba

Öğretmen misiniz?


24 Kasım geldi ya, gün boyunca öğretmenlerin durumu, yaşam koşulları, gereksinimleri vb. bir dolu istatistik gözümüze sokulur artık. Şüphesiz ki durum vahimdir; öğretmenlerin koşulları iyi değildir, sözleşmeli öğretmenlerin durumları kötüdür, dershane öğretmenlerinin durumu daha da kötüdür. Bunlar üzerinde herkes hemfikir, kimsenin itirazı olamaz. Peki ya öğretmenlerin mesleki yeterliliği nasıl, bu alanda durum nedir? Öğretmenlerin ultra övgülere tabi tutulacağı bugün, bu yazı olaya biraz farklı açıdan bakmaya çalışsın.

Hep düşünmüşümdür; eğer sıradan bir çocuktan bahsedersek, bir mahalle muhtarı bir validen, bir belediye başkanı bir başbakandan, bir öğretmen bir cumhurbaşkanından çok daha fazla etkileyebilir bir çocuğun hayatının alacağı şekli. Evet; vali istediği kadar en yetkili idari amir olsun, muhtarın mahalleye yaptıracağı iki basketbol potası, bir çocuk için çok çok daha önemlidir. Başbakan istediği kadar bu ülke benim havalarında dolaşsın, bir belediye başkanının ilçeye kuracağı kültür merkezi, çocuğun hayatına doğrudan etki edebilir. Cumhurbaşkanı istediği kadar bu ülkenin en yüksek rütbeli adamıyım diye kasım kasım kasılsın, bir öğretmenin öğrenciyi doğru alanlara yönlendirmesi, o öğrencinin hayatına çok daha derinden etki eder, onun yaşamına yön verir.

Mahalledeki potayı gören çocuk, o potada basketbol oynarken vali mi gelecek aklına? Daha küçük yaşlarda basketbola başlayabilmenin etkisiyle, belki ileride çok iyi bir basketbolcu olacak, olmasa da en azından bir meziyet kazanmış olacak; muhtar sayesinde. Bir kültür merkezinde izlediği oyundan etkilenen bir çocuğun aklına başbakan mı gelir? Belki de izlediği oyundan etkilenecek, öyle bir oyun yazabilmeyi hayal ederek kendini o yönde geliştirecek. Ya da öyle bir oyunda oynayabilmeyi hayal edecek ve tiyatroya yönelecek; başbakan da kim oluyor, o kültür merkezini yapmayı akıl eden belediye başkanı varken? Öğretmeninin kendisindeki yeteneği keşfetmesiyle müziğe yönelen bir öğrenci için, cumhurbaşkanı da kimmiş? O noktadan sonra öğretmenidir onun cumhurbaşkanı, hatta annesi, babası.

Muhtarı ve belediye başkanını günün anlam ve önemi gerekçesiyle bir kenara bırakırsak, yukarıdaki şartlara uygun, belli bir vizyon sahibi, idealist, kendisini öğrencisinin gelişebilmesine adayan, ondaki değerli yanları ortaya çıkartan, daha doğrusu ondaki değerli yanları ortaya çıkartabilme kapasitesi olan, kaç tane öğretmen vardır bu ülkede? Herkesin yolu az çok bu ülkenin okullarından geçmiştir, sorunun yanıtını herkes kendince verebilir. İşte öğretmenler günü, bunların da düşünülmesi gereken gündür.

Yazının başında da belirttim; mutlaka sorunlar büyüktür, şartlar zordur. Ama bir gerçeği kabul etmek gerekirse, öğretmenlerimizin de durumu pek iç açıcı değildir. Sınıf öğretmenlerinin tek derdi okumayı yazmayı öğretmekse, branş öğretmenlerinin tek derdi o günkü konuyu anlatıp gitmekse, müzik öğretmenlerinin tek derdi notaları ezberlettirip birkaç marş söyletmekse, beden eğitimi öğretmenlerinin tek derdi takla attırdıktan sonra sınıfı serbest bırakmaksa, resim öğretmenlerinin tek derdi ağaçlar ve bulutlarsa... İşte öğretmenler günü, bunların da düşünülmesi gereken gündür.

Şu beden eğitimi öğretmenleri mesela. Dört yılda bir, olimpiyatlarda ülkece rezil olurken, hiç kendilerinde suç bulurlar mı acaba? Kendilerini sorumlu hissederler mi bu durumdan? "Yahu her gün benim önümden yüzlerce öğrenci geçiyor, bunların arasından hiç mi herhangi bir spor dalında yetenekli öğrenci yok, hiç mi belli bir spor dalına yönlendirilebilecek öğrenci yok, hiç mi milli takıma girebilecek öğrencim yok" diye düşünürler mi acaba? Yoksa ertesi gün de bir iki jimnastik hareketinden sonra, "Haydi çocuklar, serbestsiniz" mi der; ekranda Çinli sporcuların hemen hemen her dalda aldıkları madalyaları izlerken.

Şu müzik öğretmenleri mesela. Bu ülkede yer etmiş zevksizlikleri, yerlerde sürünen müzik kalitesini gördükçe hiç sorumluluk hissederler mi acaba? Kaç öğrencisinde bir yetenek keşfetmiştir de, onu konservatuara yönlendirmiştir? Kaç öğrencisini bir enstrüman çalmaya teşvik etmiştir? Yoksa çok güzel şeyler tabii, nota öğretip marş söyletmek; büyük beceri ister!

Şu resim öğretmenleri mesela. Sergileri ne kadar takip ederler, sergilere ne kadar gezi düzenlerler, öğrencilere bu alışkanlıkları aşılama gibi bir dertleri var mıdır? Herhangi bir sergide gördükleri bir resimi değerlendirebilme yeteneğini öğrencilerine kazandırabilirler mi, ya da öyle bir yetenek kendilerinde var mıdır? Yoksa onlar için, kağıtta ağaç ve bulutların doğru yerlere koyulması, daha mı önemlidir?

Şu sınıf öğretmenleri mesela. Genelde orta yaşın üstü kadınlardır bunlar. Okuma-yazma öğretirler, toplama-çıkarma öğretirler, hayat bilgisi öğretirler. En önemli sosyal aktiviteleri, öğretmenler odasında dedikodu yapıp, okul aile birliğinin düzenlediği gezilere filan en önden katılmaktır. Altın günlerini pek severler. Aslına bakarsanız, çoğu öğretmen gibi ev kadınlığından bozma birer öğretmendirler. Çoğunda vizyon yoktur, belli bir amaçları yoktur, koskoca beş yılı birlikte geçirdikleri öğrencilerine de katacakları herhangi bir şey yoktur. Ne bir kitap okuma alışkanlığı, ne de başka bir sosyal özellik.

İşte branş öğretmenleri. Küçük küçük kızlarımız, üniversitelere gittiler, dört yıl boyunca bölümlerini okudular. O da yetmedi bir de üstüne formasyon eğitimlerini aldılar. KPSS'lere girdiler. Sonra da oturdular evlerinde atama yapılmasını beklediler. Bazılarının ataması yapıldı, bazıları beklemeye devam etti. Ataması yapılanlar sözleşmeli öğretmen oldu, hayatın çetin yüzüyle karşılaştı. Ataması yapılmayanlar KPSS'de derin ilişkiler gördü. Haksızlığa uğradı, itiraz etti. Evet, o dört yıllık üniversite hayatları boyunca, okulundaki eylemlere, okulundaki  protestolara bir kez bile katılmayan, hatta eylem yapan öğrencilere burun kıvıran bu Fen-Edebiyat fakültesi öğrencileri, bu küçük küçük kızlar; bir de bakmışsınız örgütlenmiş, eylem yapıyorlar, protesto ediyorlar, sözleşmeli değil kadrolu olmak istiyoruz diyorlar, KPSS'de cemaat soruları çaldı diyorlar, direneceğiz diyorlar. Yok canııım, başlarına geldiği için değil, özlerinde çok anarşik bir yapıları vardır zaten, o yüzden! Günaydın canım, günaydın.

Ne demişti Çöpçüler Kralı'nda Kemal Sunal, kendisine çöpçülüğü bırak şarkıcı ol diyenlere: "Deli misin be, belediyeden sağlam kapı mı var? Emekliliği var, sigortası var, yılda iki takım elbise..." Heh işte, bizim öğretmenlerimiz için, bizim küçük küçük kızlarımız için de, çöpçü Apti'nin bu sözleri cuk oturur. Hatta daha da fazlası. Hafta içi en az bir gün boş, en az üç ay tatil, anne-baba sağlık güvencesine girer, çoğu yerde indirim, emekliliği var, sigortası var, yılda iki takım elbise... Onlar için bu güvenceler sağlandı mı mesele tamamdır. Bu noktadan sonra ne bir kendini yetiştirme çabası, ne de bir kendini güncelleme gereksinimi duyarlar. Yılda iki takım elbisesi tamam mı, tamam.


Şüphesiz çok daha fazlasına layıktır öğretmenler; ama hangi öğretmenler?

Eminim herkesin eğitim hayatı boyunca unutamadığı öğretmenleri olmuştur. Onlar da zaten yukarıdaki olumsuz özelliklere uymayanlardır genelde. Benim de var böyle öğretmenlerim tabii ki. Ama onlarca öğretmenle karşılaşmış olmama rağmen, aklımda kalan bir ya da iki tanesidir; onlar da istisnadır. Genel anlamda bakıldığı vakit, olay maalesef bundan ibarettir. Aşağıdaki linkte de, bu istisna öğretmenlerden bir tanesi vardır, onun gibilere selam olsundur.

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/11424/0/1/iste-gitarin-sultanlari.aspx

Uzun lafın kısası, önemlidir öğretmenler; hem de cumhurbaşkanlarından bile önemli...

1 yorum:

  1. idealist olabilen bi avuç öğretmen de sisteme uygun standartlarda koyun yetiştirmiyo diye sistem kurucularınca oradan oraya sürülüyo ztn. keşke bi tanesi de bana denk gelseydi, malesef dersi kitaptan okutan hocalarla geldik buraya kdr:) çok güzel anlatmışsın durumu yine, ellerine sağlık.

    YanıtlaSil