20 Haziran 2010 Pazar

Kırıntılarla Elde Edilen Özgürlük

Neler yaşanmadı ki Türkiye'de bu zamana kadar? Siyasette olmamış bir kepazelik kaldı mı, sporda olmamış bir kepazelik kaldı mı, din adına yapılmamış bir kepazelik kaldı mı, ama en önemlisi de, hukuk alanında yaşanmadık bir kepazelik kaldı mı?

Cevap bütün sorular için de ortak tabi ki, kalmadı. Ama bir ülke, iyi yapılmayan bir siyaset olmadan, ahlaklı bir şekilde yapılacak spor olmadan, iyi din adamları ve dinini iyi bilen insanlar yetiştiremeden, kaliteli bir hukuk sistemi uygulayamadan nasıl varlığını devam ettirebilir, nasıl gelişebilir, nasıl güçlenebilir? Türkiye gibi olduğu yerde kalır doğal olarak, hatta daha da geriye gider belki.

Bu saydıklarım arasında bir ülkede yaşayan her bireyi doğrudan etkileyen yalnızca bir alan vardır bence: HUKUK SİSTEMİ. Evet, belki siyasetle ömür boyu işiniz olmayabilir, apolitik bir birey olarak yaşamınızı idame ettirebilirsiniz, sporu sadece başkalarının yaptığı bir eğlence aracı olarak görebilirsiniz, herhangi bir dinin mensubu olmazsınız, bu nedenle dinle de işiniz olmaz. Ama hukuk her alanda karşınıza çıkan bir unsurdur; okula giderken, yolda yürürken, evde otururken. Her şey hukuk kurallarınca belirlenmiş, her hareketinizin ölçüsü bu kurallarla sınırlandırılmıştır. Yani başınıza herhangi bir talihsiz olayın gelmesine, birinin size dava açmasına veya sizin eşinizden boşanmanıza gerek yok, illa ki hukuka ihtiyaç duymanız için. Hukuk zaten sizin hayatınızın ta içindedir. Herhangi bir haksızlığa uğradığınız zaman tek güvenceniz, tek sığınağınız...


Et kokarsa tuz var demiş atalarımız, ardından da sormuşlar, peki ya tuz kokarsa? İşte buradaki tuz kelimesinin karşılığı bana kalırsa hukuktur Türkiye'de. Birisi tarafından haksızlığa uğrarsanız et kokmuş olur, hukuka sarılırsınız, hakkınızı ararsınız, yani tuz vardır nasıl olsa. Peki ya tuz koktuğunda ne yaparsınız?

Derin bir çaresizlik. Yapacak bir şey olmadığından, olayları kabullenirsiniz, eliniz kolunuz bağlı kalır, hapis derlerse hapis, idam derlerse idam, müebbet derlerse müebbet.

İşte Türkiye'de artık tuz koktu. İnsanlar tutuklanıyor; haklarında iddianame yok, mahkemeye çıkarılıyor; herhangi bir suçlama yok, evleri ölüm döşeklerindeyken aranıyor; ortada bir suç delili yok, pişmanlık yasasından serbest bırakılanlar oluyor; ama ortada pişman olan yok... Bunların hepsi hukuk sistemimizdeki kokuşmuşluğu çok iyi gösteren örnekler; daha da çoğaltılabilir rahatça.

Bu kokuşmuş sistemde, karşıt görüşlü kim varsa tutuklamak kolaylaşıyor tabi. İlhan Cihaner olayını bu blogda işlemiştik, dileyen tekrar buradan okuyabilir. Cemaatlerin gelirlerini, etkinliklerini, yasadışı faaliyetlerini incelediği-soruşturduğu için tutuklanmıştı. Aylardır cezaevindeydi ve yargılanmayı bekliyordu. Çetin Doğan ise, Taraf gazetesinde yer alan Balyoz Darbe Planı denilen safsatadan sorumlu tutuluyordu ve bu nedenle tutuklanmıştı, o da aylardır tutuklu olarak yargılanıyordu.





Geçtiğimiz gün bu iki isim serbest bırakıldı. Eninde sonunda bırakılacaklardı, bunu biliyorduk. Böyle safsatalarla ancak gözdağı verebilirlerdi, bunu da insanları içeride uzun süre tutarak yapmaya çalışıyorlardı. Evet hukuk artık kokuşmuştu, ama kırıntıları halen bu insanların suçsuzluğunu ortaya çıkartabilecek kadar vardı bu ülkede. Kokuşmuş hukuk sistemi bu insanları aylarca hapishanelerde tutuyordu ama, halen süpürül-e-memiş olan kırıntılar, eninde sonunda haklıyı haksızı ortaya çıkartabiliyordu; her ne kadar geç olsa da.

Dilerim bu kırıntılar, Ergenekon Davası'ndan içeride yatan ve aslında muhalif oldukları için haksız yere tutulan bütün suçsuz insanlara da yetebilecek kadar vardır. Mesela Mustafa Balbay'lara, Hikmet Çiçek'lere de yetebilir mi acaba bu hukuk kırıntıları? Umarım yeter, bunu zaman içerisinde göreceğiz. Ama şu an için, her ne kadar daha birçok parçamız içeride olsa da, bu iki insan için kutlu olsun bu özgürlük.

Kırıntılarla elde edilmiş bu onurlu özgürlük!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder