29 Ekim 2010 Cuma

Ama Hangi Cumhuriyet?


Adettendir, günün anlam ve önemine dair bir yazı yazayım dedim. Geçtim klavyenin başına, "Cumhuriyet nedir" diye düşündüm, ya da "Cumhuriyet neydi" diye. Kuranların amacı böyle bir şey miydi Cumhuriyet'i kurarken, Türkiye Cumhuriyeti için düşündüklerini tam olarak yapabilmişler miydi acaba? Yoksa geriye savunmasız, armağan edilen toplumun değerini bilemediği, en çok sevenlerinin bile ihanet edeceği bir sistem mi bırakmışlardı?

Bütün bu soruların cevabını düşünürken, 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i kuran, bu güzel günü de kutlamamızı sağlayan Mustafa Kemal Atatürk aklıma düşüverdi. Şimdi bir yerlerden bizi izliyorsa, 29 Ekim 1923'te kurduğu Cumhuriyet'i, 29 Ekim 2010'daki ile kıyasladığında neler hissediyor kim bilir? Aradan geçen 87 yıl içinde, kendi kurduğu rejimin ne hallere getirildiğini görünce iç geçiriyor mudur yukarılardan bir yerlerden? Bunların cevabını tabii ki bilemeyiz, ama ufak bir mantık yürütme ile bazı şeyleri tahmin edebiliriz: Mesela Atatürk ilkelerine bir göz atarak.

Şu Cumhuriyet'in temel ilkeleri olarak kabul edilen, hatta CHP'nin amblemindeki her bir okun bir tanesini temsil ettiği ilkelerden bahsediyorum. Bakalım nedir durumları, geçen 87 yılda ne hallere gelmişler; bir inceleyelim.



Cumhuriyetçilik: Türkiye Cumhuriyeti diyorsak hala, demek ki bir Cumhuriyet'ten bahsedebiliriz. Ama hangi Cumhuriyet'ten, kaçıncısından? Brinci Cumhuriyet miadını doldurdu, artık ikinci Cumhuriyet kurulmalıdır diyenlerin Cumhuriyeti'nden mi bahsedeceğiz; ikinci Cumhuriyet sloganı altında, 1923'te kurulana bok atanların Cumhuriyeti'nden mi? Her yerde görebilirsiniz artık bunları, televizyonlarda, gazetelerde, özellikle de TRT'de çok seviliyorlar bu isimler şimdilerde.

Halkın kendi kendisini idaresi, yani demokrasi demekti Cumhuriyetçilik. Peki demokrasiyi şu anda kim temsil ediyor? Kim demokrasi diye diye en ağır sansürleri, en ağır yıldırma politikalarını uyguluyor? Kim türbana karşı afiş astılar diye, öğrencilere dayak attırıp kapının önüne koyuyor (kendi üniversitemden bahsediyorum)? Karşıt görüşü sindirmek miydi demokrasi? Yoksa kolayca kandırılan, çoğu şeyden bihaber bir toplumdan alınan yüksek oy oranlarını koz olarak kullanıp her istediğini yapabilmek miydi?

İşte Cumhuriyetçilik, işte Cumhuriyet!

Milliyetçilik: Anlamından çok ama çok sapmış bir ilkedir milliyetçilik ilkesi. Kimlerin eline alet olmadı ki, kimler hangi suçları sırf bu milliyetçilik lafına sığınarak işlemedi ki? Bu vatanı seven, bu ülkenin bağımsızlığını isteyen herkesin milliyetçi kabul edildiğini söyleyen Atatürk'ün bu ilkesi, zamanla ırk boyutuna indirgenmiş, Türklük dışındaki diğer etnik kökenleri reddetmeye kadar varmıştır. Tam tersi bir açıdan bakarsak da, günümüzde artık milliyetçilik, Ergenekonculukla bir tutulur olmuş ve statükoculuk adı altında saçma sapan bir sınıfa dahil edilmiştir. Bu iki hastalıklı bakış açısı ise bize, ortada bir terör sorunu ve bölünme tehlikesi bırakmıştır.

Milliyetçi bir toplumuzdur vesselam!

Halkçılık: Aslında halkçılığın direkt olarak kendi tanımını yapsak, başka söze gerek kalmaz. Bu tanıma ne kadar uzak olduğumuzu anlatmak için pek açıklama yapmaya gerek yok.

"Halkçılık ilkesi, sınıf ayrıcalıklarına ve sınıf farklılıklarına karşı olmak ve hiçbir bireyin, ailenin, sınıfın veya organizasyonun diğerlerinin daha üzerinde olmasını kabul etmemek demektir."


Sınıfsız bir toplum mu, o da ne?

Devletçilik: En çok sevenlerinin bile ihanet ettiği bir sistem demiştik Cumhuriyet için. İşte bu da en çok ihanet edilen ilke.

Bugün devletin en stratejik kuruluşları Türk Telekomu'ndan Tüpraş'ına satılırken, altın yumurtlayan tavukları Tekeli'nden enerji şirketlerine kadar peşkeş çekilirken, ilk taliplerinin Cumhuriyet'e sözde en çok bağlı kişilierin-kurumların şirketlerinin olması ne yaman çelişki ama. İş adamlarımızın Cumhuriyet'e olan bağlılıkları, şirketlerinin çıkarlarının olduğu yere kadar görüldüğü gibi.

İşte ortada, elde kalan birkaç kamu kuruluşuyla, özelleştirilmeyi bekleyen birkaç Cumhuriyet kazanımı kurumla, devletçi bir Türkiye.

Laiklik: En sade tanımıyla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak ifade edilebilir laiklik. Devlet ve siyasetin kurallarına dinin hükmetmemesi için, bunu garanti altına alabilmek için ortaya koyulan bu ilke, ülkemizde bir bez parçasına indirgenmiş olsa da, aslında çoktan vasfını yitirmiş bir ilkedir bana göre.

Dinin devlet işlerine alet edilmesini bu ilke ile engellemeye çalışan Cumhuriyet, bir tarikatın ve o tarikatın yetiştirdiği adamların, devletin en önemli yerlerine;  emniyetine, istihbaratına, hatta devletin idaresine geçmesini ne yazık ki engelleyemedi. Hem de bütün bunlar, yine Atatürk ilkeleri çerçevesinde oldu, ilkeler çiğnenmeden. Fakat pratikte neyin ne olduğunu görmek zor değil. Bir cemaat liderinin ülke yönetiminde bu denli etkili olduğu bir yerde, laiklik ilkesinin ne kadar işlevi vardır; cevabını akıl ve mantık verir zaten.

He türban hala üniversitelere giremedi, buna ne diyeceksin diye soruyorsanız; buyrun, laiklik ilkesinin tadını çıkarmaya devam edebilirsiniz.

Devrimcilik: Cumhuriyet'in kurulmasında en az bağımsızlık aşkı kadar yeri vardır bu ilkenin; devrimciliğin. Peki ya bugün?

Devrim yapmak isteyeni hapislere atan, devrimci kelimesinin korkularak söylendiği, söylenmekten kaçınıldığı bir toplumdur bu toplum. Devrimcilik yasa dışılıkla bir tutulmuş, anarşi ile özdeşleşmiş, akıllara olumsuz bir imaj kazınmıştır.

Harf devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, üniversite reformu... Bunların hepsi Cumhuriyet'in devrimleridir. Ama maalesef devrimler sadece, Cumhuriyet'in kurucusunun yaptıkları ile sınırlı kalmıştır ve o da, öldüğünde bu ilkeyi yanında götürmüştür. Geriye ise devrimciliğin anlamını bile bilmeyen, ultra kanaatkar ve düzen savunucusu bir millet bırakmıştır.


İşte Atatürk'ün 6 ilkesi, işte Cumhuriyet'in temel nitelikleri. Orada 1923, burada 2010. Bugün neyi kutluyoruz, neyin bayramını yapıyoruz diye kendisine sorabilen herkesin bulabileceği cevaplardır bunlar. Ama yeter ki soru sormayı bilsin, neyi kutladığını ve neye sevindiğini anlayabilsin insan, zor değil.

Adettendir diye bir yazı yazalım dedik, aldık başımızı gittik. Şimdi gitmem lazım. İstanbul valisi, belediye başkanı filan Boğaz'da Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla gösteriler hazırlamış. Işık gösterileri, havai fişekler filan varmış, onları izleyeceğim. Bir de bütün ulusal kanallar Atatürk posterlerini filan koymuş logolarının yan taraflarına, millet bayraklar asmış balkonuna. Bunlara kayıtsız kalamam, benim de asmam lazım. Ha bir de Facebook profilime Türk bayrağı, Atatürk posteri filan koymam gerek, arkadaşların çoğu koymuş günün anlam ve önemine binaen, ben unutmuşum. Yapacak iş çok yani, bütün vatani görevlerimi savsaklamışım meğerse. Hadi kaçtım ben, kib öptüm bye...

2 yorum:

  1. Dostum yazdıklarını çok beğendim.Bugün bir yazını okudum.Daha sonra bakayım başka neler yazmış dedim ve yazdıklarını bir güne sığdırmayıp her gün sindire ve yazdıklarını tamamiyle anlamak amacıyla öyle göz gezdirme olarak değil de anlayarak okumaya karar verdim.Takip ettiğim çoğu köşe yazarından daha iyi bir anlatım dilin var. Görüşlerini de çok beğendim.
    Dostum dedim ama yaşını bilmiyorum, ben 23 yaşında üniversitenin son demlerinde (?) (:D) mühendis adayıyım.Böyle yaz biz takip edelim.(Biz dedim yazdıklarını paylaşacağım;) )

    Hadi kolay gelsin sana :)

    YanıtlaSil
  2. çok teşekkürler dostum. ben de sana dostum diyorum çünkü hemen hemen seninle aynı özelliklere sahipmişiz :D düşüncelerin beni onurlandırdı. bu bloğun kapıları her daim açık, başımızın üzerinde yeriniz var, bekleriz ;)

    YanıtlaSil